31 Aralık 2015 Perşembe

Mutlu Yıllar...

Koca bir yılı ,koskoca 365 günü daha ardımızda bırakmaya saatler kaldı.Sabah kalkacağız belki değişen tek şey tarih olacak ve hatta onu bile ikinci gün kanıksayıp saymayı bırakacağız da işte yine de güzel şey  taptaze başlangıçlar yapmak,yeni yıla dair güzel umutlar beslemek,inanmak,yazmak,çizmek.Şimdi gelmesi için bekliyoruz,dışarısı da tam yılbaşı ruhuna uygun bembeyaz ,iyice havaya girdik yani.O zaman ne diyelim ...
Yeni yılımız kutlu mutlu olsun.
İçini herkes istediği gibi doldursun.
***
Sevgilerle

28 Aralık 2015 Pazartesi

Yeni Bir Yıl,Yine Bir Liste...

Yeni yılın tüm ışıltısının,tüm enerjisinin yanı sıra bir de bu liste yazma kısmını seviyorum sanırım.Her yıl yazdıkça ve yazdıklarımın yanına olduğuna dair çizik attıkça bir sonraki yıl için daha heyecanlanıyor daha da çok inanarak yazıyorum .Tabi yazdım,kapattım haaydi bakalım demiyorum ,sonuçta hayat değiş tonton diyince değişmiyor.O değişimler için önce inanç,sonra emek ve sabır gerekiyor.Böyle bir liste hazırlayan herkes zaten bunu biliyordur, yazmak ;isteklerimizin ilk adımı sadece.

Bir de ben listemde her zaman küçük hedeflere de yer veriyorum.Çünkü onlar beni büyük hedeflere taşıyacak dahası hazırlayacak olanlardır bana göre.O yüzden küçük ,basit demeden yazıyorum da yazıyorum.Neler mi yazıyorum... mesela...

Bedenine iyi bak,sağlıklı beslen,
Ruhuna iyi bak,güzele yönel,
Bol bol oku,
Bol bol yürü,
Doğayla daha çok vakit geçir,
Toprakla uğraş, ufak da olsa bir şeyler yetiştir,
Daha az eşya al,daha az tüket,
Ve hatta üret,
Daha çok seyahat et,
Yeni yerler yeni insanlar tanı,
Biraz yavaşla,kendini unutma,
Sevdiğin şeylere daha çok zaman ayır,
Fotoğraf çek bol bol,
Ve hatta boyama yap
...diye uzayıp gidiyor...

 Aslında buraya kadar yazdıklarım çoğumuz için her yıl dilediğimiz şeyler ama hedef koymayınca o küçük istekler bile şaşabiliyor.Misal daha çok kitap oku demekle olmuyor.Zamanın hızına yetişemediğimiz ve malesef internetin de bize kalan o az zamanı çaldığı bir dönemde bir sınır koymazsak bazı şeylere değil çok okumak hiç okunacak vakit kalmıyor.O yüzden hedef belirlemek ve o hedefi başarmak için çalışmak önemli.Benim  geçen yıl hedefim 50 kitaptı mesela.Ama ben 45 te kaldım,o yüzden çok kızgınım kendime.Her ay okuduğum kitapları yazarım ajandama.Geçen baktım bazı aylar çoşmuşum bazı aylar hiç okumadan bitivermiş.O okuyamadığım zamanlarda ne yaptım peki ,aslında hiçbir şey.Yapmadım ,yapamadım...Öyle insanın içini acıtan, çaresiz bırakan dönemlerdi ki acıdan üzüntüden kitap okuyarak uzaklaşmak mümkün bile değildi,mümkün olsa da ben istemiyordum açıkçası bencillik gibi geliyordu.Beğenmediğin bir program çıkınca kanalı değiştirmek gibi bir şey değildi hayat,bazen acıtıyordu evet ama biz başkalarının acısını da yaşayarak en azından anlayarak,hissederek, paylaşarak insan oluyorduk,ya da insan kalıyorduk.

Neyse...Bir diğer önemli hedefim de az eşya ,az tüketim mevzusu.
Malum üretmekten çok tüketmeye odaklı hala geldik.Aldıklarımızı sorgulamadan alıyoruz ve hatta tatmin olmuyoruz daha çok alıyoruz.Çocuklara kızarız ya hani bir sürü oyuncağın var yine de oyuncak için ağlıyorsun diye bazen onlara benzetiyorum kendimizi.Çocuk dese anne senin de bir sürü tabağın çanağın onun bunun var niye alıyorsun diye cevap veremeyiz öylece kalırız sanki.O yüzden umarım bu konuda elle tutulur adımlar atarım ve alırken gerçekten ihtiyacım olanları almayı öğrenirim.Yani sadeleşmek bu yıl hedefim.

Doğayla daha çok vakit geçirmek kısmını ise hem ruhumu beslemek ve dinginleşmek hem de ve hatta en çok oğlum için istiyorum sanırm.Beton yığınları ve sınırlı yeşillik içinde,çoğu zaman da ev ile okul arasında sıkışıp kalan çocuk ruhunu özgür bırakmak için daha çok doğaya kaçmak planımız.Özellikle bir kamp çadırı almak ve kamp hayatına hızlı bir giriş yapmak planlarımız arasında.Tecrübe sıfır ama hevesimiz isteğimiz bol.Bakalım neler olacak...

Yavaşlamak istiyorum bir de her şeyin son hızda yapıldığı,yaşandığı bu dönemde.Ama çalışırken ,yaşarken o kadar çok alışmışız ki zamanla yarışmaya yavaşlamak geri kalmak sanıyoruz.Misal, çalışınca insana kalan zaman kısıtlı oluyor ve o zamanı da en çok ailene ayırıyorsun, ayırmak istiyorsun haliyle.Bazen kendine vakit ayırmak da gerekiyor ve sevdiğin şeyleri yaparak geçirmek istiyorsun vaktini.Ama bu bile yoğun koşturmanın sonucu olunca yoruyor insanı.Çok şartlarsam şöyle yapmalıyım böyle yapmalıyım diye hepten çorba oluyorum ,zevk almıyorum.Yani yapmış olmak için yapmak istemiyorum.İşte o zaman da kendim için bile olsa koşturmayı bırakıp biraz yavaşlamak istiyorum.Durmak,dinlenmek ve hatta dinlemek sadece rüzgarın sesini ağaçların hışırtısını,fonda çalan ezgiyi,anı yaşamak ,anı hissetmek istiyorum yani sadece.Bu yazarken bile içimde bir şeyleri titreten ama aynı zamanda huzur veren bir cümle.

Ve tabi bu yazdıklarım ,dahası yazamadıklarımın ve her şeyin başı sağlık.O olmadı mı küçük hedefler bile büyür insanın gözünde.O yüzden her zaman önce sağlık ,mutluluk ve huzur sonra başarı diliyorum ben ki ilk üçüne sahip insan zaten başarabilir ne isterse.Yeter ki istesin ve başarabileceğine inansın.

Listeye bir de sürpriz madde eklendi hafta sonu.Bu yazıyı yazıp yayınlayana kadar geçen sürede cep telefonum telef oldu.Ama hemen almayacağım bir kaç gün telefonsuz idare edebilirim çok şükür.Kim bilir belki biri yeni yılda telefon hediye eder de istek olmaktan çıkıverir bir anda.
Umut güzel şey değil mi.

Sevgiler...









16 Aralık 2015 Çarşamba

Dekoratif Tarçın Çubukları...

Tarçın çubuğu diyip geçmemek lazım.Kimisi için kokusu vazgeçilmezken -ki  ben duyunca yüz metre öteye kaçanlardandım.30 yaşından sonra az az kullanmayı öğrendim,çocukluktan kalma alerjik bir durumdu ve yıllarca hep uzak durdum öyle ki üniversitedeyken arkadaşlarımın annesi bile ben yiyemiyorum diye koymazdı keklere.Utansam da mutlu olurdum içten içe ve çok ince gelirdi bu davranışları bana.Şimdi ince fikirli insan bulmak zor,o yüzden daha bir hayran oluyorum o annelere,güzel kalplerine.Hayda ne anlatıyorum ben ...keklere,annelere  ne ara geldim bilmiyorum.Konuyu daha ilk cümleden nasıl bu kadar dağıttım ve şimdi nasıl toparlayıp da olayın dekoratif boyutuna geçeceğimi ise inanın hiç bilmiyorum.
Ama denemem lazım,bir şey anlatacağım sonuçta:)

Şimdi tarçın çubuklarını ister kış çayınıza ekleyin ister salep ya da sıcak çikolatanıza daldırın konumuz o değil.Ben aslında tadından çok görselliğine olan düşkünlüğümüze değinecektim ki bir anda olay benim keklere olan düşkünlüğüme dönüşüverdi.Hala toparlayamadım iyi mi.Ama çabalıyorum görüyorsunuz.

Neyse başka türlü olmayacak ,direkt giriyorum konuya öyleyse.
Hepimiz görüyoruz sürekli dergilerde, pinterestte tarçın çubuklarının girdiği halleri.Kah bir mumun etrafını sarıyor,kah yıldız olup asılıyor ,olmadı minik bir çuvalın ağzına ilişiveriyor.Hepsi harika ve şık oluyor üstelik.İşte ben de yılbaşı ağacı süsü yapıverdim bu çok işlevli çubuklarla ve yine çok hoş oldular tabi.Evdeki malzemelerle oturduğun yerden yapılacak oyun gibi bir şey aslında bu süs.
Çarçabuk bitiyor ki severim böyle pratik işleri.

 Tarçınla yeni kaynaşmış biri olarak evde neden bu kadar çok tarçın çubuğu var derseniz dedim ya ben daha çok dekoratif kısmını sevenlerdenim.Eskiden kokusuna tahammül edemezken dün akşam oturup elim kolum tarçın kokarak ve kendi halime gülerek dizdim onları.Bir de tahta boncuklarla süsledim eşimin tuhaf bakışları altında:)Sonra akşam çekimi pek tatmin etmese de bir kaç kare ve huzurlarınızda.



Bunu ister yılbaşı ağacına asın ister masa üstünde kullanın tercih size kalmış.Ama yapın bence,hem eğlenceli hem de güzel bir obje çıkıyor ortaya.Üstelik mis gibi de kokuyor daha ne olsun.

Evet başta dağıtmış, konuya bir türlü girememiş olabilirim ama sonra iyi toparladım sanki değil mi:)Anlattım bitti bile,şimdi işe dönme vakti .

Sevgiler benden size.

11 Aralık 2015 Cuma

Million Years Ago...

Adele'in hem sesini hem de şarkılarını ayrı bir severim.Çoğu şarkısını tekrar tekrar dinlemişimdir bıkmadan.Son albümünde ise bu şarkı daha bir dikkatimi çekti,önce adıyla sonra sözleriyle ,melodiyle.Bir başka dokundu bana nedense...

Biliyorum ben tek değilim
Yaptığım şeylerden pişman olan
Bazen sadece benmişim gibi hissediyorum
Asla düşündükleri gibi olamayan biri
Keşke biraz daha yaşasaydım
Gökyüzüne bak, sadece yere değil
Hayatım ışıldıyormuş gibi hissediyorum
Ve tek yapabildiğim izleyip ağlamak
Havayı özledim, arkadaşlarımı özledim
Annemi özledim
Hayat fırlatılabilen bir parti olduğu zamanı özledim
Ama bu bir milyon yıl önceydi




Burada da bulunsun istedim.
Mutlu ve huzurlu bir hafta sonu dileğime de eşlik etsin .
Hafta sonunuz gönlünüzce geçsin.

.

3 Aralık 2015 Perşembe

Işıltıyı Severim...

Yılın en güzel en ışıltılı zamanları geldi çattı.Daha yeni yıla girmemize çok olsa da Aralık dedin mi  çoşkusu sarıyor hepimizi.Herkeste bir heyecan bir umut.Evet evet umut... tüm karamsarlığa rağmen umut.İşte sırf bu hisleri uyandırdığı için bile güzel bu zamanlar.Hele o ışıltılar yok mu onları ayrı bir seviyorum.Sanki sadece etrafı  değil kalbimizi de ışıl ışıl yapıyorlar gibi hissediyor,bakınca bir başka mutlu oluyorum.O yüzden evlerden yansıyan ışıl ışıl kareler seçtim hem fikir olsun hem de içimiz açılsın,yüreğimiz ışıldasın diye.



2 Aralık 2015 Çarşamba

Just Like Heaven...

Ne zamandır film yazısı yayınlamadığımı farkettim bugün ve hemen atağa geçtim.
Gündemden sıkılanlar,kanallarda aynı tiplerin bir sonuca varamayan tespitlerinden bunalanlar,aman açalım bir film bir iki saat olsa da uzaklaşalım şu olumsuzluklardan diyenler için kafanızı dağıtacak bir  film seçtim.
Bir nebze faydası olursa ne ala.

Filmimizin adı Just Like Heaven.
Türkçe adı Cennet Gibi.
2005 yapımı dram,fantastik ve romantik bir film.
Yine her zaman ki gibi izledikten sonra filmin bir romandan uyarlama olduğunu öğrendim.
Film ,Marc Levy'nin Keşke Gerek Olsa adlı romanından sinemaya uyarlanmış.

Konusuna gelirsek şöyle;
Elizabeth işkolik ve asosyal bir doktordur.Günün neredeyse 24 saatini hastanede geçirir ve işinden başka yakınacak bir hayatı yoktur.Kız kardeşinin ona yakışıklı bir erkekle buluşma ayarladığı akşam bir trafik kazası geçirir .
 David ise San Francisco da bir apartman dairesi kiralar ve tüm gününü içerek ve tv izleyerek geçirir.Girdiği bunalımdan çıkmaya niyeti yoktur.Ta ki kiraladığı eve davetsiz bir misafir gelip hayatını alt üst edene kadar.Bu  garip misafir evin kendisine ait olduğunu iddaa edip gitmesi için ısrar eder.Sürekli içen David ise  kendi akıl sağlığından şüpheye düşer.
Peki kimdir bu davetsiz misafir ve neden sadece David'e görünmektedir onu ikisi de bilmiyordur.
Bunu bir görev kabul eden David de bu gizemi çözmek ve misafirinin kim olduğunu öğrenmek için araştırmaya başlar.Bu aynı zamanda arkadaşlıklarının ve romantizmin de başlangıcı olur.

Sonun da ise onları bambaşka bir sürpriz bekler.
Ve bu bize kaderin iki insanı bir araya getirmekteki başarısını da kanıtlar.

Film, hem oyuncu seçimi,hem yalınlık hem de akıcılık açısından geçer not aldı benden.Tek beğenmediğim nokta sanırım sonuydu.Biraz basite kaçılmış,telaşeyle bitirilmiş gibiydi.Neden kimse anlatmıyor olanları dedim durdum.Daha güzel kurgulanabilirdi bence.Ama yine de sevdim,neden, çünkü kadınlar mutlu sonları sever:)

Kısacası,romantizm,dram ve komediyi dozunda kullanmış,biraz fantastik,eğlenceli ,sıcak bir film Cennet Gibi.Tam da soğuk kış gecelerini ve içinizi ısıtacak cinsten.
İzlemeyenlere tavsiye ederim.

Ve  son bir söz eve bayıldım,hele çatıya ve son haline.
San Fransisco'da emlak piyasası nasıl acaba bilen var mı:)


Keyifli Seyirler...






1 Aralık 2015 Salı

Parfümün Dansı-Tom ROBBINS


Nasıl anlatsam hiç bilmiyorum,tek bildiğim üzerime sinen kokusu tazeyken yazmak sanırım.
Okuduğum en şaşırtıcı,en uçarı  ve herhalde en tuhaf kitaplardan biriydi Parfümün Dansı.
Okumaya başlamadan dahası almadan önce hakkında hiç bir fikrim yoktu ,sadece sürekli karşıma çıkıyordu ve ben alırken  içeriğinin adına yansıdığı gibi olacağını düşünüyordum.Ama daha ilk sayfalardan  öyle olmadığını,konunun koku metaforu kadar ölümsüzlükle de alakalı olduğunu anlamış oldum.

Peki kimdi bu ölümsüzlüğün peşinde olan...
Alobar adındaki bir kral.
Alobar'ın kabilesinde kralın yaşlılık emaresi gösterdiği an öldürülmesini emreden yasalar vardır ve Alobor saçındaki ilk beyazı gördüğü an bu yasaya karşı çıkmaya and içer,kimse onu öldüremeyecektir dahası o hiç ölmeyecektir.Krallıktan,ailesinden vazgeçer ve kaçar ölümden,ölümsüzlüğün peşine düşer.Yönü elbette doğuya doğru olacaktır,çünkü doğu aşka,münzeviliğe,bilinmezliğe hayatında yer veren insanların yaşadığı diyardır.

Bu yolculukta karşılaştıklarının en ilginci zevk ve bereket tanrısı Pan'dır.
Pan ,insanların duyguları ile düşünceleri arasına duvar çekmeleri,dans,müzik ve aşkla ilgilenmek yerine doğru ve yanlışla uğraşan Aristo ve Descartes'e inanmaları ile gücünü yetiren bir tanrıdır.

Karşısına çıkan bir diğer kişi ise  Kudra'dır.
Kudra da ölümden daha doğrusu,kocası öldükten sonra ona yaşama şansı vermeyen kurallardan  kaçan Hintli dul bir kadındır ve bu Alobar ile farklı zamanlarda olan ikinci karşılaşmasıdır.Alobar, Kudra ile ölümsüz aşkı keşfeder ve yolculuğuna onu da ortak eder.Bu iki ölümsüz aşkın yolu serüvenlerle doludur,hiç yaşlanmamaları  uzun süre aynı yerde kalmalarına engeldir.Ve böylece yolları tekrar batıya döner Fransa'ya kadar uzanır ve son olarak Yeni Dünya'da son bulur hikaye.Pan da onlarladır bu serüvende.Yalnız bir sorun vardır Pan'ın onların yanında özgürce gezmesi çok zordur zira çok kötü kokmaktadır.O zaman zaten kokular ve  tütsüler konusunda uzman olan Kudra bir parfüm yapmaya başlar ve ölümsüzlük serüvenine koku da dahil olmuş olur.

Bir de Alobar ve Kudra ile farklı dönemlerde yaşayan ama yolları bir şekilde kesişen diğer karakterler var hikayede.Mesala yine ölümsüzlük arayışında olan ve bununla ilgili vakıf kuran yarı kaçık bir antropolog.Ve dertleri ölümsüzlük olmayan muhteşem bir kokunun peşinde koşan dahi garson Priscalla,ünlü parfümcü ve herkesin Bay Tavşan olarak tanıdığı Paris'li   Marcel LeFever ,yine parfümcü ve Priscilla'nın ciciannesi Madam Devalier ve yardımcısı Vlu.
Yolları Alobar'ın Kudra'ya ulaşmak için yaptığı o muhteşem kokunun etrafında düğümlenir.Bize de bu harika hikayenin keyfini çıkarmak,sayfaların arasında dağılmak ve hikayeye dahil olmak kalır.Cidden bir yerden sonra siz de zaman mekan kavramını unutup fantastik bir masalın içinde buluyorsunuz kendinizi.

Okuduktan sonra ölümsüzlüğün sırrına varamasak da bize basit ama harika tespitler bırakıyor kitap.Mesela pozitif düşüncenin öneminin  altını çiziyor ki az bir şey değil şu yaşadığımız dünyada.Sağlık açısından öyle püf noktaları var ki artık her gün yüz yüze geliyoruz bu tespitlerle.Misal sık ve az yemek,doğru nefes almak gibi.Bir diğeri ve bence en önemlisi de kendine dönmek ,kendini mutlu etmekti.Yani başkaları için değil de kendin için yaşamak.

Ayırdığım zamana değer bir kitaptı Parfümün Dansı.Kurgusu güzel,yazarın kelimelerle oynayışı harika,mizahı yerinde ve dozunda.Çevirisinin payı olduğunu düşünüyorum bu tadı almamda.O yüzden çevirmenine de teşekkür eder,size de gönül rahatlığıyla tavsiyelerimi iletir kaçarım.
Keyifli okumalar...