31 Aralık 2015 Perşembe

Mutlu Yıllar...

Koca bir yılı ,koskoca 365 günü daha ardımızda bırakmaya saatler kaldı.Sabah kalkacağız belki değişen tek şey tarih olacak ve hatta onu bile ikinci gün kanıksayıp saymayı bırakacağız da işte yine de güzel şey  taptaze başlangıçlar yapmak,yeni yıla dair güzel umutlar beslemek,inanmak,yazmak,çizmek.Şimdi gelmesi için bekliyoruz,dışarısı da tam yılbaşı ruhuna uygun bembeyaz ,iyice havaya girdik yani.O zaman ne diyelim ...
Yeni yılımız kutlu mutlu olsun.
İçini herkes istediği gibi doldursun.
***
Sevgilerle

28 Aralık 2015 Pazartesi

Yeni Bir Yıl,Yine Bir Liste...

Yeni yılın tüm ışıltısının,tüm enerjisinin yanı sıra bir de bu liste yazma kısmını seviyorum sanırım.Her yıl yazdıkça ve yazdıklarımın yanına olduğuna dair çizik attıkça bir sonraki yıl için daha heyecanlanıyor daha da çok inanarak yazıyorum .Tabi yazdım,kapattım haaydi bakalım demiyorum ,sonuçta hayat değiş tonton diyince değişmiyor.O değişimler için önce inanç,sonra emek ve sabır gerekiyor.Böyle bir liste hazırlayan herkes zaten bunu biliyordur, yazmak ;isteklerimizin ilk adımı sadece.

Bir de ben listemde her zaman küçük hedeflere de yer veriyorum.Çünkü onlar beni büyük hedeflere taşıyacak dahası hazırlayacak olanlardır bana göre.O yüzden küçük ,basit demeden yazıyorum da yazıyorum.Neler mi yazıyorum... mesela...

Bedenine iyi bak,sağlıklı beslen,
Ruhuna iyi bak,güzele yönel,
Bol bol oku,
Bol bol yürü,
Doğayla daha çok vakit geçir,
Toprakla uğraş, ufak da olsa bir şeyler yetiştir,
Daha az eşya al,daha az tüket,
Ve hatta üret,
Daha çok seyahat et,
Yeni yerler yeni insanlar tanı,
Biraz yavaşla,kendini unutma,
Sevdiğin şeylere daha çok zaman ayır,
Fotoğraf çek bol bol,
Ve hatta boyama yap
...diye uzayıp gidiyor...

 Aslında buraya kadar yazdıklarım çoğumuz için her yıl dilediğimiz şeyler ama hedef koymayınca o küçük istekler bile şaşabiliyor.Misal daha çok kitap oku demekle olmuyor.Zamanın hızına yetişemediğimiz ve malesef internetin de bize kalan o az zamanı çaldığı bir dönemde bir sınır koymazsak bazı şeylere değil çok okumak hiç okunacak vakit kalmıyor.O yüzden hedef belirlemek ve o hedefi başarmak için çalışmak önemli.Benim  geçen yıl hedefim 50 kitaptı mesela.Ama ben 45 te kaldım,o yüzden çok kızgınım kendime.Her ay okuduğum kitapları yazarım ajandama.Geçen baktım bazı aylar çoşmuşum bazı aylar hiç okumadan bitivermiş.O okuyamadığım zamanlarda ne yaptım peki ,aslında hiçbir şey.Yapmadım ,yapamadım...Öyle insanın içini acıtan, çaresiz bırakan dönemlerdi ki acıdan üzüntüden kitap okuyarak uzaklaşmak mümkün bile değildi,mümkün olsa da ben istemiyordum açıkçası bencillik gibi geliyordu.Beğenmediğin bir program çıkınca kanalı değiştirmek gibi bir şey değildi hayat,bazen acıtıyordu evet ama biz başkalarının acısını da yaşayarak en azından anlayarak,hissederek, paylaşarak insan oluyorduk,ya da insan kalıyorduk.

Neyse...Bir diğer önemli hedefim de az eşya ,az tüketim mevzusu.
Malum üretmekten çok tüketmeye odaklı hala geldik.Aldıklarımızı sorgulamadan alıyoruz ve hatta tatmin olmuyoruz daha çok alıyoruz.Çocuklara kızarız ya hani bir sürü oyuncağın var yine de oyuncak için ağlıyorsun diye bazen onlara benzetiyorum kendimizi.Çocuk dese anne senin de bir sürü tabağın çanağın onun bunun var niye alıyorsun diye cevap veremeyiz öylece kalırız sanki.O yüzden umarım bu konuda elle tutulur adımlar atarım ve alırken gerçekten ihtiyacım olanları almayı öğrenirim.Yani sadeleşmek bu yıl hedefim.

Doğayla daha çok vakit geçirmek kısmını ise hem ruhumu beslemek ve dinginleşmek hem de ve hatta en çok oğlum için istiyorum sanırm.Beton yığınları ve sınırlı yeşillik içinde,çoğu zaman da ev ile okul arasında sıkışıp kalan çocuk ruhunu özgür bırakmak için daha çok doğaya kaçmak planımız.Özellikle bir kamp çadırı almak ve kamp hayatına hızlı bir giriş yapmak planlarımız arasında.Tecrübe sıfır ama hevesimiz isteğimiz bol.Bakalım neler olacak...

Yavaşlamak istiyorum bir de her şeyin son hızda yapıldığı,yaşandığı bu dönemde.Ama çalışırken ,yaşarken o kadar çok alışmışız ki zamanla yarışmaya yavaşlamak geri kalmak sanıyoruz.Misal, çalışınca insana kalan zaman kısıtlı oluyor ve o zamanı da en çok ailene ayırıyorsun, ayırmak istiyorsun haliyle.Bazen kendine vakit ayırmak da gerekiyor ve sevdiğin şeyleri yaparak geçirmek istiyorsun vaktini.Ama bu bile yoğun koşturmanın sonucu olunca yoruyor insanı.Çok şartlarsam şöyle yapmalıyım böyle yapmalıyım diye hepten çorba oluyorum ,zevk almıyorum.Yani yapmış olmak için yapmak istemiyorum.İşte o zaman da kendim için bile olsa koşturmayı bırakıp biraz yavaşlamak istiyorum.Durmak,dinlenmek ve hatta dinlemek sadece rüzgarın sesini ağaçların hışırtısını,fonda çalan ezgiyi,anı yaşamak ,anı hissetmek istiyorum yani sadece.Bu yazarken bile içimde bir şeyleri titreten ama aynı zamanda huzur veren bir cümle.

Ve tabi bu yazdıklarım ,dahası yazamadıklarımın ve her şeyin başı sağlık.O olmadı mı küçük hedefler bile büyür insanın gözünde.O yüzden her zaman önce sağlık ,mutluluk ve huzur sonra başarı diliyorum ben ki ilk üçüne sahip insan zaten başarabilir ne isterse.Yeter ki istesin ve başarabileceğine inansın.

Listeye bir de sürpriz madde eklendi hafta sonu.Bu yazıyı yazıp yayınlayana kadar geçen sürede cep telefonum telef oldu.Ama hemen almayacağım bir kaç gün telefonsuz idare edebilirim çok şükür.Kim bilir belki biri yeni yılda telefon hediye eder de istek olmaktan çıkıverir bir anda.
Umut güzel şey değil mi.

Sevgiler...









16 Aralık 2015 Çarşamba

Dekoratif Tarçın Çubukları...

Tarçın çubuğu diyip geçmemek lazım.Kimisi için kokusu vazgeçilmezken -ki  ben duyunca yüz metre öteye kaçanlardandım.30 yaşından sonra az az kullanmayı öğrendim,çocukluktan kalma alerjik bir durumdu ve yıllarca hep uzak durdum öyle ki üniversitedeyken arkadaşlarımın annesi bile ben yiyemiyorum diye koymazdı keklere.Utansam da mutlu olurdum içten içe ve çok ince gelirdi bu davranışları bana.Şimdi ince fikirli insan bulmak zor,o yüzden daha bir hayran oluyorum o annelere,güzel kalplerine.Hayda ne anlatıyorum ben ...keklere,annelere  ne ara geldim bilmiyorum.Konuyu daha ilk cümleden nasıl bu kadar dağıttım ve şimdi nasıl toparlayıp da olayın dekoratif boyutuna geçeceğimi ise inanın hiç bilmiyorum.
Ama denemem lazım,bir şey anlatacağım sonuçta:)

Şimdi tarçın çubuklarını ister kış çayınıza ekleyin ister salep ya da sıcak çikolatanıza daldırın konumuz o değil.Ben aslında tadından çok görselliğine olan düşkünlüğümüze değinecektim ki bir anda olay benim keklere olan düşkünlüğüme dönüşüverdi.Hala toparlayamadım iyi mi.Ama çabalıyorum görüyorsunuz.

Neyse başka türlü olmayacak ,direkt giriyorum konuya öyleyse.
Hepimiz görüyoruz sürekli dergilerde, pinterestte tarçın çubuklarının girdiği halleri.Kah bir mumun etrafını sarıyor,kah yıldız olup asılıyor ,olmadı minik bir çuvalın ağzına ilişiveriyor.Hepsi harika ve şık oluyor üstelik.İşte ben de yılbaşı ağacı süsü yapıverdim bu çok işlevli çubuklarla ve yine çok hoş oldular tabi.Evdeki malzemelerle oturduğun yerden yapılacak oyun gibi bir şey aslında bu süs.
Çarçabuk bitiyor ki severim böyle pratik işleri.

 Tarçınla yeni kaynaşmış biri olarak evde neden bu kadar çok tarçın çubuğu var derseniz dedim ya ben daha çok dekoratif kısmını sevenlerdenim.Eskiden kokusuna tahammül edemezken dün akşam oturup elim kolum tarçın kokarak ve kendi halime gülerek dizdim onları.Bir de tahta boncuklarla süsledim eşimin tuhaf bakışları altında:)Sonra akşam çekimi pek tatmin etmese de bir kaç kare ve huzurlarınızda.



Bunu ister yılbaşı ağacına asın ister masa üstünde kullanın tercih size kalmış.Ama yapın bence,hem eğlenceli hem de güzel bir obje çıkıyor ortaya.Üstelik mis gibi de kokuyor daha ne olsun.

Evet başta dağıtmış, konuya bir türlü girememiş olabilirim ama sonra iyi toparladım sanki değil mi:)Anlattım bitti bile,şimdi işe dönme vakti .

Sevgiler benden size.

11 Aralık 2015 Cuma

Million Years Ago...

Adele'in hem sesini hem de şarkılarını ayrı bir severim.Çoğu şarkısını tekrar tekrar dinlemişimdir bıkmadan.Son albümünde ise bu şarkı daha bir dikkatimi çekti,önce adıyla sonra sözleriyle ,melodiyle.Bir başka dokundu bana nedense...

Biliyorum ben tek değilim
Yaptığım şeylerden pişman olan
Bazen sadece benmişim gibi hissediyorum
Asla düşündükleri gibi olamayan biri
Keşke biraz daha yaşasaydım
Gökyüzüne bak, sadece yere değil
Hayatım ışıldıyormuş gibi hissediyorum
Ve tek yapabildiğim izleyip ağlamak
Havayı özledim, arkadaşlarımı özledim
Annemi özledim
Hayat fırlatılabilen bir parti olduğu zamanı özledim
Ama bu bir milyon yıl önceydi




Burada da bulunsun istedim.
Mutlu ve huzurlu bir hafta sonu dileğime de eşlik etsin .
Hafta sonunuz gönlünüzce geçsin.

.

3 Aralık 2015 Perşembe

Işıltıyı Severim...

Yılın en güzel en ışıltılı zamanları geldi çattı.Daha yeni yıla girmemize çok olsa da Aralık dedin mi  çoşkusu sarıyor hepimizi.Herkeste bir heyecan bir umut.Evet evet umut... tüm karamsarlığa rağmen umut.İşte sırf bu hisleri uyandırdığı için bile güzel bu zamanlar.Hele o ışıltılar yok mu onları ayrı bir seviyorum.Sanki sadece etrafı  değil kalbimizi de ışıl ışıl yapıyorlar gibi hissediyor,bakınca bir başka mutlu oluyorum.O yüzden evlerden yansıyan ışıl ışıl kareler seçtim hem fikir olsun hem de içimiz açılsın,yüreğimiz ışıldasın diye.



2 Aralık 2015 Çarşamba

Just Like Heaven...

Ne zamandır film yazısı yayınlamadığımı farkettim bugün ve hemen atağa geçtim.
Gündemden sıkılanlar,kanallarda aynı tiplerin bir sonuca varamayan tespitlerinden bunalanlar,aman açalım bir film bir iki saat olsa da uzaklaşalım şu olumsuzluklardan diyenler için kafanızı dağıtacak bir  film seçtim.
Bir nebze faydası olursa ne ala.

Filmimizin adı Just Like Heaven.
Türkçe adı Cennet Gibi.
2005 yapımı dram,fantastik ve romantik bir film.
Yine her zaman ki gibi izledikten sonra filmin bir romandan uyarlama olduğunu öğrendim.
Film ,Marc Levy'nin Keşke Gerek Olsa adlı romanından sinemaya uyarlanmış.

Konusuna gelirsek şöyle;
Elizabeth işkolik ve asosyal bir doktordur.Günün neredeyse 24 saatini hastanede geçirir ve işinden başka yakınacak bir hayatı yoktur.Kız kardeşinin ona yakışıklı bir erkekle buluşma ayarladığı akşam bir trafik kazası geçirir .
 David ise San Francisco da bir apartman dairesi kiralar ve tüm gününü içerek ve tv izleyerek geçirir.Girdiği bunalımdan çıkmaya niyeti yoktur.Ta ki kiraladığı eve davetsiz bir misafir gelip hayatını alt üst edene kadar.Bu  garip misafir evin kendisine ait olduğunu iddaa edip gitmesi için ısrar eder.Sürekli içen David ise  kendi akıl sağlığından şüpheye düşer.
Peki kimdir bu davetsiz misafir ve neden sadece David'e görünmektedir onu ikisi de bilmiyordur.
Bunu bir görev kabul eden David de bu gizemi çözmek ve misafirinin kim olduğunu öğrenmek için araştırmaya başlar.Bu aynı zamanda arkadaşlıklarının ve romantizmin de başlangıcı olur.

Sonun da ise onları bambaşka bir sürpriz bekler.
Ve bu bize kaderin iki insanı bir araya getirmekteki başarısını da kanıtlar.

Film, hem oyuncu seçimi,hem yalınlık hem de akıcılık açısından geçer not aldı benden.Tek beğenmediğim nokta sanırım sonuydu.Biraz basite kaçılmış,telaşeyle bitirilmiş gibiydi.Neden kimse anlatmıyor olanları dedim durdum.Daha güzel kurgulanabilirdi bence.Ama yine de sevdim,neden, çünkü kadınlar mutlu sonları sever:)

Kısacası,romantizm,dram ve komediyi dozunda kullanmış,biraz fantastik,eğlenceli ,sıcak bir film Cennet Gibi.Tam da soğuk kış gecelerini ve içinizi ısıtacak cinsten.
İzlemeyenlere tavsiye ederim.

Ve  son bir söz eve bayıldım,hele çatıya ve son haline.
San Fransisco'da emlak piyasası nasıl acaba bilen var mı:)


Keyifli Seyirler...






1 Aralık 2015 Salı

Parfümün Dansı-Tom ROBBINS


Nasıl anlatsam hiç bilmiyorum,tek bildiğim üzerime sinen kokusu tazeyken yazmak sanırım.
Okuduğum en şaşırtıcı,en uçarı  ve herhalde en tuhaf kitaplardan biriydi Parfümün Dansı.
Okumaya başlamadan dahası almadan önce hakkında hiç bir fikrim yoktu ,sadece sürekli karşıma çıkıyordu ve ben alırken  içeriğinin adına yansıdığı gibi olacağını düşünüyordum.Ama daha ilk sayfalardan  öyle olmadığını,konunun koku metaforu kadar ölümsüzlükle de alakalı olduğunu anlamış oldum.

Peki kimdi bu ölümsüzlüğün peşinde olan...
Alobar adındaki bir kral.
Alobar'ın kabilesinde kralın yaşlılık emaresi gösterdiği an öldürülmesini emreden yasalar vardır ve Alobor saçındaki ilk beyazı gördüğü an bu yasaya karşı çıkmaya and içer,kimse onu öldüremeyecektir dahası o hiç ölmeyecektir.Krallıktan,ailesinden vazgeçer ve kaçar ölümden,ölümsüzlüğün peşine düşer.Yönü elbette doğuya doğru olacaktır,çünkü doğu aşka,münzeviliğe,bilinmezliğe hayatında yer veren insanların yaşadığı diyardır.

Bu yolculukta karşılaştıklarının en ilginci zevk ve bereket tanrısı Pan'dır.
Pan ,insanların duyguları ile düşünceleri arasına duvar çekmeleri,dans,müzik ve aşkla ilgilenmek yerine doğru ve yanlışla uğraşan Aristo ve Descartes'e inanmaları ile gücünü yetiren bir tanrıdır.

Karşısına çıkan bir diğer kişi ise  Kudra'dır.
Kudra da ölümden daha doğrusu,kocası öldükten sonra ona yaşama şansı vermeyen kurallardan  kaçan Hintli dul bir kadındır ve bu Alobar ile farklı zamanlarda olan ikinci karşılaşmasıdır.Alobar, Kudra ile ölümsüz aşkı keşfeder ve yolculuğuna onu da ortak eder.Bu iki ölümsüz aşkın yolu serüvenlerle doludur,hiç yaşlanmamaları  uzun süre aynı yerde kalmalarına engeldir.Ve böylece yolları tekrar batıya döner Fransa'ya kadar uzanır ve son olarak Yeni Dünya'da son bulur hikaye.Pan da onlarladır bu serüvende.Yalnız bir sorun vardır Pan'ın onların yanında özgürce gezmesi çok zordur zira çok kötü kokmaktadır.O zaman zaten kokular ve  tütsüler konusunda uzman olan Kudra bir parfüm yapmaya başlar ve ölümsüzlük serüvenine koku da dahil olmuş olur.

Bir de Alobar ve Kudra ile farklı dönemlerde yaşayan ama yolları bir şekilde kesişen diğer karakterler var hikayede.Mesala yine ölümsüzlük arayışında olan ve bununla ilgili vakıf kuran yarı kaçık bir antropolog.Ve dertleri ölümsüzlük olmayan muhteşem bir kokunun peşinde koşan dahi garson Priscalla,ünlü parfümcü ve herkesin Bay Tavşan olarak tanıdığı Paris'li   Marcel LeFever ,yine parfümcü ve Priscilla'nın ciciannesi Madam Devalier ve yardımcısı Vlu.
Yolları Alobar'ın Kudra'ya ulaşmak için yaptığı o muhteşem kokunun etrafında düğümlenir.Bize de bu harika hikayenin keyfini çıkarmak,sayfaların arasında dağılmak ve hikayeye dahil olmak kalır.Cidden bir yerden sonra siz de zaman mekan kavramını unutup fantastik bir masalın içinde buluyorsunuz kendinizi.

Okuduktan sonra ölümsüzlüğün sırrına varamasak da bize basit ama harika tespitler bırakıyor kitap.Mesela pozitif düşüncenin öneminin  altını çiziyor ki az bir şey değil şu yaşadığımız dünyada.Sağlık açısından öyle püf noktaları var ki artık her gün yüz yüze geliyoruz bu tespitlerle.Misal sık ve az yemek,doğru nefes almak gibi.Bir diğeri ve bence en önemlisi de kendine dönmek ,kendini mutlu etmekti.Yani başkaları için değil de kendin için yaşamak.

Ayırdığım zamana değer bir kitaptı Parfümün Dansı.Kurgusu güzel,yazarın kelimelerle oynayışı harika,mizahı yerinde ve dozunda.Çevirisinin payı olduğunu düşünüyorum bu tadı almamda.O yüzden çevirmenine de teşekkür eder,size de gönül rahatlığıyla tavsiyelerimi iletir kaçarım.
Keyifli okumalar...

26 Kasım 2015 Perşembe

Tespih Ağacının Gölgesinde-Harper LEE

Tespih Ağacının Gölgesinde Harper Lee'nin 55 yıl sonra yayınlanan yeni kitabı.Daha doğrusu yayınlanmak için 55 yıl bekleyen kitabı.Bülbülü Öldürmekten önce yazıyor yazar bu kitabı ,ama hikayenin bir çocuğun gözünden anlatılması fikrinden dolayı önce diğer kitap basılıyor.Ve tabi büyük yankı uyandırıyor.Sonra ise uzun bir ara ve şimdi yine Scout'ın gözünden sonrasını,olayları ve değişen algıları  okuyoruz.
Açık konuşmak gerekirse en az Scout kadar şaşırdım ,ne oluyor Atticus'a,ne oluyor bu kasabaya dedim.Hatta bazı yerleri dönüp tekrar okudum ben mi anlamadım diye,o kadar yani.

Hikaye, ilk kitapta tanıyıp sevdiğimiz Scout'ın Newyork'ta tek başına yaşayan yetişkin bir kadın olduğunu ve aradan 20 yıl geçtiğini öğrenmemizle başlıyor.Bir trendedir Scout ve Maycomb kasabasına,ailesini ziyarete gidiyordur.Atticus Finhc ise 72 yaşında hala çalışan,hala sözüne güvenilen saygın bir avukattır ve artık kız kardeşi ile yaşamaktadır.Bu Scout için tam bir işkence olsa da durum bunu gerektirir çünkü Atticus  yalnızdır,Jem yanında değildir.

Scout -bu kitapta daha çok anılan adıyla Jean Loıse -babasından öğrendiği eşitlik,adalet,özgürlük gibi kavramlara sıkı sıkıya bağlı özgür ruhlu bir kadın olarak çıkar karşımıza.Tıpkı çocukluğunda olduğu gibi...Tek fark büyümüştür hatta sevgilisi Henry ile evlenmeyi düşünüyordur ama bu kasabada bu dar görüşlü kadınların içinde onlar gibi bir hayatı yaşayamacağını biliyordur.Derken bir gün öyle bir olayla karşılaşır ki dünyası yıkılır,güvendiği babasının onu kandırdığını öğrenir.Şimdi tek isteği vardır bu kasabadan gitmek ve sonsuza dek dönmemek.

Ancak Atticus'un erkek kardeşi Doktor Finch Scout'a öyle bir ders verir ki resmen gözünü açar ,hem onu hem bizi aydınlatır.Hatta öyle cümleler söyler ki durup tekrar tekrar okursunuz.Misal...

“Geriye bakıp, düne, on yıl önceye bakıp o günkü halimizi görmek her zaman daha kolaydır. Zor olan, şu anki bizi görmektir. Bu beceriyi edinebilirsen, yuvarlanıp gidersin.”

 “Her insanın adası, Jean Louise, her insanın bekçisi vicdanıdır. Kolektif bilinç diye bir şey yoktur.” 


Bir kitap okuyucusunu 55 yıl bekletiyor ve sonunda hayal kırıklığına uğratmıyorsa bir okuyucu daha ne ister ki.Ben her satırından keyif aldım ve gönül rahatlığıyla tavsiye ederim.
Keyifli okumalar...

6 Kasım 2015 Cuma

Happy Weekend...

İster dışarıda sonbahar rüzgarında,yapraklar arasında,
ister evde kahve kokusunda, battaniye altında...
Nasıl isterseniz öyle geçsin hafta sonunuz.

...Sevgiler...

4 Kasım 2015 Çarşamba

Sonbahardan İlham Aldım...

Sonbahar geldi de geçiyor, duvarlar boş kalmasın derken ,dur bakalım belki ben bir şey  yaparım diye ayaklandım,oğluşun suluboya takımlarını kaptığım gibi oturdum masaya.Kağıdım resim kağıdı değildi,fırça desen ilkokul düzeyinde ama ne yapalım heves geldi bir kere ,ilham mı demeliyim yoksa:)

Yurt dışındaki parklarda gördüğümüz hayran hayran baktığımız,sarı,kırmızı ağaçlar geldi gözümün önüne,yapabilir miyim derken çok da düşünmeden çizdim gövdeyi,sonra pıt pıt bastım sarı boyayı yaprakları yaptım,biraz da yere dökülen yaprak yapınca bir şeye benzedi gibi.Teknik olarak bilgim yok,benim ki sadece görsel olarak benzetmeye çalışmaktan ibaret.Boyutu biraz büyük olsa da emek verdim diye taktım çerçeveye.Akşam eşime gösterdim inanmadı,daha öncekiler gibi çıktıdır dedi zalim koca.Sen misin inanmayan diye o gazla ikinciyi yanında yaptım,havalı olsun diye bir de bisiklet çizdim altına:)

Neymiş daha önce neden çizmemişmişim,nerden bilsinmiş...Sanki ben biliyordum iyi kötü bir şey çizebildiğimi.Gerçi bunlara çizim de denmez ya neyse...Bir heves,bir emek bir de sonbahar renklerinin güzelliği  hatırına duvara asıldılar.Ama yakından bakmadıkça hiç fena durmuyorlar sanki,yani giderek ben de sevdim.
(Not: İlk ağaç öylesine başladığım için biraz büyük olmuş ama yine de çerçeveledim,gönlüm razı gelmedi kenarda durmasına.İkinci ise biraz küçük geldi gözüme biraz daha gür bir ağaca çevirdim daha iyi oldu sanki.Yani duvardaki durumun izahı bu:)
Devamı için hevesim var ama bilgi ve yeteneğimin olmadığı kesin.
Ah keşke olsaydı neler çizerdim neler.Neyse şimdilik havadisler bu kadar,bir sonraki ilhama kadar hoşça ve sevgiyle kalın,sonbaharın keyfini çıkarmayı unutmayın...


9 Ekim 2015 Cuma

İsimsiz Romantik...

Şimdi size çikolata tadında romantik bir filmden bahsedeceğim.
Elinizin altında olsa, bir kutu çikolatayı affetmeden yiyeceğiniz,yerken ağızda dağılan çikolatayla  kendinizi filmin içinde hissedeceğiniz eğlenceli,romantik ve sıcak bir Fransız filmi var bugün film kuşağında.
Hazır hafta sonu da gelmiş ne izlesek  diye düşünenlere gönül rahatlığı ile tavsiye edeceğim 2010 yapımı  bir film İsimsiz Romantik.

Karakterleri aynı olan aşırı utangaç bir çift var hikayemizde.
Biri çikolata üretici Jean Rene ,diğeri çikolata sevdalısı Angelique.


Jean Rene, çikolataları eski moda olduğu için batmanın eşiğinde olan bir çikolata imalatçısıdır.
Angelique de harika  çikolatalar yapan ve  utangaçlığı nedeniyle bunu yıllardır gizemli bir şekilde sürdüren , herkesin hayran olduğu ünlü Mercier çikolatalarının üreticisi gizemli keşiştir.Bay Mercier ölünce yeni bir iş arayışında yolu Jean Rene'nin imalathanesine düşer.Yalnız bir sorun vardır ki Angelique imalat için değil satış için işe alınır  ve tabi ki itiraz etmeden kabul eder.Böylece birbirlerinden görür görmez  etkilenen utangaç çiftimizin maceraları başlamış olur.Şimdi Angelique'nın tek şansı vardır gizemini bozmadan ,harika çikolatalar yapıp çalıştığı yeri batmaktan kurtarmak.Tabi bunu başarmaya çalışırken kendi hayatlarında da bir sürü ilerleme kaydederler.Zaman zaman bu çok zor olsa da ...


Sonu ile insanı şaşırtmayan,ama yine de ne olacağı ile merak uyandıran,sıcak bir film İsimsiz Romantik.Yani tam da hafta sonu keyfine keyif katmak için izlenecek ve mümkünse bir kutu çikolatayı  hazır edip başlat düğmesine basılsa daha da iyi gelecek bir film bence:)

Keyifli seyirler.



14 Eylül 2015 Pazartesi

Sürpriz Damatlar...

Pazartesi sendromuna iyi gelecek,moralinizi düzeltip,yüzünüzü güldürecek  bir film ile film kuşağı kaldığı yerden devam ediyor.
 Ve yine Fransız yapımı ,yine çok eğlenceli bir film var sırada.
Güldürürken düşündüren filmlerden,komedisi dozunda mesajı ise net.


Orjinal Adı:Qu'est-ce Qu'on A Fait Au Bon Dieu
Türkçeye tam çevrilmiş karşılığı ise Allahım Neydi Günahım gibi...
Bu çeviri film hakkında bir fikir vermiştir sanırım.
Sürpriz damatlar ve isyan eden bir kayın peder.
Nasıl etmesin ki:)

 Birbirinden güzel dört kızı olan,değerlerine bağlı ,Katolik bir Fransız aile düşünün.
Ve bu aileye girecek birbirinden farklı dört damadı...
İşte Claude ve Marie Verneuil çiftinin başına gelen de tam bu.


İlk önce büyük kızları bir Müslümanla,diğeri bir Yahudi ile ,üçüncüsü ise bir Çinli ile evlenerek ailede tam bir şok yaratırlar.Hala bekar olan dördüncü kızları ise tek umutlarıdır ve hep hayal ettikleri gibi kilisede evlenmesini canı gönülden isterler.Neyse ki duaları kabul olur.En küçük kızları bir Katolik ile birliktedir ve bu da onları avutacak tek gelişmedir.
Ancak kızlarının söylemeyi unuttuğu bir ufak ayrıntı vardır ki asıl trajedi orada başlar.



Öyle hoş ayrıntılar var ki gülmekten karnım ağrıdı yer yer.
Yahudi ile evli olanın çocuğunun sünneti,Çinli damadın tüm aileye hazırladığı eziyet gibi yemek,dikkat etseler de bir şekilde ırkçılık ile biten sohbetler,kaynananın noelde tüm damatları için özel hazırladığı hindi,sonrasında yıkılan duvarlar,aileye ve birbirine ısınan bacanaklar,onların kayın peder ve kaynanaya yaranmaya çalışırken girdikleri haller...Ama en çok da son damada komplo kurmak için yaptıkları ortaklık...hepsi çok ince ama çok komik detaylardı...
Yalnız bir sahne var ki o an gözümden yaş geldi resmen.Kiliseye gidiyor bizim üç kafadar yalakalık için:) Kilisede ailenin komşularından  biri diyor ki : ''Aileye bak  Benetton reklamı gibi.''


Dördüncü damat sürprizi ve sonrasında yaşananlar ise filmin can alıcı noktası zaten.
Kaynananın psikloğa anlattıkları aslında hepimiz için geçerli sanırım.
Bizden farklı olandan,bilmediğimizden korkuyoruz hepimiz.
Uzaktayken ırkçılıktan bahsetmediğimiz kişilere yakınımıza gelince çok farklı davranıyoruz.
Aşmak ise kimi için zor, kimi için kolay.
Tarifi ise tek ...Sevgi...
Koşulsuz sevgi ve hoşgörü.

Mesajı bu kadar güzel olan bir filmin üstüne bir o kadar da eğlendirici olması ne güzel değil mi.
Ben mesajların bu şekilde verilmesi taraftarıyım.
Acılar içinde, savaşın yer aldığı bir hikayedense ,barışın hoşgörünün yer aldığı sevginin dillerden yüreklere aktığı yapımlar daha çok içine çekiyor beni.İzledikten sonra yüzüme yerleşen gülümseme,içimde yeşeren umut, almam gereken mesajın tohumlarını içime ekmiş oluyor bile.
O yüzden diyorum ki mesajlarımız hep olumlu olsun,hayırdan çok evet olsun,göz yaşından çok gülümseme,sırt çevirmeden çok kucaklaşma olsun.
Olsun ki fark diye bir şey kalmasın ortada.

İzleyin ve hatta izlettirin bence etrafınızda herkese bu filmi.
Kesin tavsiye yani bu defa ki.
Keyifli seyirler...


31 Ağustos 2015 Pazartesi

Nietzsche Ağladığında-IRVIN D.YALOM



Okuyup bitireli aylar oldu ama iş yazmaya gelince bir türlü geçemedim klavye başına.Halbuki ne çok sevdim ne çok yerin altını çizdim,ara ara açtım tekrar okudum sevdiğim cümleleri ama buraya aktarmak bu güne kısmetmiş.


Yoğun ve sürükleyici bir düşünce romanı Nietzsche Ağladığında.
Kendimle ilgili sorgulamayı en çok yaptığım romanlardan biriydi sanırım .Kahramanlar anlattıkça ben de satır aralarında kendimi buldum sanki.
Peki kimdi kahramnalar...
Nietzsche ve ondaki ümitsizliği tedavi edeceğini ümit eden teşhis dehası Dr.Breuer.
19.yy'ın sonlarında henüz psikoanalizin doğumu arifesinde Viyana'da yaşanıyor hikaye.

Nietzsche,henüz iki kitabı yayınlanmış ama kimsenin tanımadığı bir filozof.
Hiçbir yere ait değil,başıboş,üniversiteden uzaklaştırılmış,yaşadığı hastalıklara müteşekkir,yalnızlığı seçmiş,acıları ile barışmış,ihaneti tatmış,tek mal  varlığı elindeki valizi ve  kafasındaki düşünceler,yazdığı kitaplar olan bir ümitsiz.

Dr.Breuer ise efsanevi bir teşhis dehası,Psikoanalizin ilk kurucularından,tüm Avrupalı sanatçı ve düşünürlerin kapısını çaldığı,evli ,beş çocuk babası ,herkesin gıpta ettiği zengin bir doktor.Ama hayatı boyunca sahip olduklarının arasında kendini sıkışmış hissediyor.
Ve bir de Freud var ki o daha genç,toy ama geleceği parlak bir doktor.

Nietzsche ve Dr.Breuer'in yolları Salome adında genç,güzel ve özgür bir kadın sayesinde keşisir.Hesapta Dr.Breuer Nietzsche 'nin ümitsizliğini tedavi edecekken -ki bu durumdan Nietzsche'nin haberi yoktur- Nietzsche Dr.Breuer 'e yardım etmeye başlar.Böylece kimin doktor kimin hasta olduğunun karıştığı bir süreç başlar.

Ve bu süreçte,bu hasta doktor sohbetinde altı çizilmiş bir sürü cümle kalır bize de...

''Çocuklarınızı yetiştirebilmeniz için önce kendinizi yetiştirmeniz gerekir.Aksi halde hayvani ihtiyaçlarınız ya da yalnızlığınız ya da içinizdeki boşlukları doldurmak için çocuk sahibi oluyorsunuz demektir.Görevimiz kendimizin kopyası değil,daha yüce bir şey yaratmak ,bir yaratıcı yaratmak olmalı.
***
''Kimler daha rahat,kimler sonsuza dek mutludur? Yalnızca sığ zihinli olanlar,yani sıradan insanlar ve çocuklar!''
***
''Ruhunda sükunete kavuşmak ve mutlu olmak isteyenler inanmalı ve iman etmelidir,ama hakikatin peşindeki insanlar iç huzurundan vazgeçip yaşamlarını bu sorgulamaya adamak zorundadır.''
***
''Eğer sizi kimse dinlemiyorsa, bağırmak en doğal şeydir.''
***
Toprak ne kadar zengin olursa,orada bir şey yetiştirememen de o kadar affedilmez olur.''
***
''Biriyle tam bir ilişki kurabilmen için önce kendinle ilişki kurabilmelisin.''


Her biri birbirinden değerli cümleler ile insan kendi hayatının sorgulamasına girişiyor.Ama öyle bir yer geliyor ki sorgulamalarından çıkan sonuçla ne yapacağını şaşırıyorsun.Ve işte o zaman öyle bir sonuca varıyorlar ki sen de evet işte bu derken buluyorsun kendini.
''Yazgını seç,yazgını sev''

Hayatımızı böyle oldu değil,  böyle istedim diyerek yaşamak kadar mutlu , huzurlu bir şey olmasa gerek.İşte ben de bu huzurla kapadım kitabı.

Şimdi de aynı huzurla ve gönül rahatlığıyla size tavsiye ediyorum.
Mutlaka ama mutlaka okuyun bu kitabı.

Keyifli okumalar...

25 Ağustos 2015 Salı

Eski Bir Ahırdan Sıcak Bir Yuvaya...

Bu tip evleri ilk gördüğüm zaman hemen aklıma eski hali ,eski hikayesi düşüyor.Sanki onu öğrenmezsem baktığım fotoğraflarda gördüklerim eksik kalıyor gibi hissediyorum.Mesela ,bu güneşi emen, sarı ışıklar ile içimi daha da ısıtan evin eskiden bir ahır olduğunu öğrendiğim an tüm duyularım harekete geçiyor adeta.Baktığım dekorun ardını görmek istiyor gibi tarıyorum etrafı.Bu, fotoğraf karelerine bakarken hissettiğim bir şey ,kim bilir içinde gezsem nasıl hissederim diye düşünmeden edemiyorum.

Bir yaşam alanını restore etmek çok başka ama beni asıl heyecanlandıran bu tip farklı alanların yaşam alanına çevrilmesi oluyor.Ya bir ahır,ya bir samanlık,ya da eski bir fabrika gün geliyor eski görevinden bambaşka bir alana hizmet etmeye başlıyor ve hatta canlanıyor, ete kemiğe bürünüyor. Düşünsenize ,içinde samandan başka bir şeye yer yokken şimdi mutlu insanların şen kahkahaları yükselecek ,mutluluk ya da bazen hüzünden akan gözyaşlarına tanık olacak o duvarlar.
Hayat olacak kısaca içinde,hareket olacak,hikayeler olacak...
Bu kadar yazdıktan sonra ne kadar sevdiğimi anlamışsınızdır.Umarım sizin de içinizi ısıtır bu ev tıpkı camlarından giren sarı sıcak gibi...

 


 elmueble

19 Ağustos 2015 Çarşamba

Şeftalili Crumble Bar...

Bu yaz mevsim meyvelerinden yapılan tatlıları boynu bükük bırakmadım diyebilirim.Tabi daha sırasını bekleyenler var ama dediğim gibi sadece sırasını bekliyorlar.Yapılacak ve afiyetle tüketilip,bana kilo olarak geri dönecekler elbette:)

Bugün ki muhteşem tatlı yazın en güzel meyvelerinden biri ile yapıldı.
Nefis bir tarif.İçindeki mis kokulu şeftalileri mi söyleyeyim yoksa kıtır kıtır hamurunu mu anlatayım bilmiyorum.Henüz ılıkken bir top vanilyalı dondurma ile servis ettiğiniz takdirde size harika dakikalar yaşatacağından veya  ikram ettiğiniz kişilerden tam not alacağınıza eminim.


Altta hamur,üstte kıtır kıtır bir hamur ve arasında karamelize şeftaliler ile insanın başını döndüren bu tarif  Sevgili Damla'dan.

Bu tarifi sevgili Zeynep yapmış ve instagramda paylaşırken  mutlaka yapmalısınız diye ısrar etmişti:)Gerçi benim tatlı konusunda hiç bir zaman ısrara ihtiyacım olmasa da paylaştığı fotoğrafın cazibesi sayesinde yapımını öne aldım ve iyi ki yapmışım dedim.Ve şimdi de ben ısrar ediyorum.Şeftaliler bitmeden,yaz yerini sonbahara vermeden yapın ve yiyin mutlaka.
Bu kadar ısrara kayıtsız kalamayacağınızı düşünüyor ve şimdiden afiyet olsun diyorum.

...Sevgiyle ve mutlu kalın...

12 Ağustos 2015 Çarşamba

Flipped...

Bittikten sonra keşke bitmeseydi dediğimiz filmler vardır ya hani,yüzümüze yayılmış tatlı bir gülümseme ile izlediğimiz,basit ama sıcacık hikayeleri olan...işte bugün bahsedeceğim film tam da bu anlattığım gibi .

2010 yapımı dram-komedi ve romantik tarzı bir film FLIPPED
Basit,sıcak, masumane bir ilk aşk filmi.
Üstelik bu aşkı iki tarafın gözünden anlatan ve bu yönüyle yüzleri gülümseten bir hikaye.



Kısaca konusuna gelirsek ;Küçük  Julie ,Bryce'ın mahalleye taşınması ile ilk aşkını tatmış olur.Ancak durum Bryce için aynı değildir.Utangaç ve sıkılgan olan Bryce ,Julie'nin ısrarı ve hayırdan anlamamasına çok sıkılır ve ondan köşe bucak kaçar.Aradan geçen altı yıl boyunca işler daha da zorlaşır ,çünkü artık ergenlik çağına girmişlerdir.Zaman zaman birbirlerinde uzaklaşsalar da aralarındaki bağ hep devam etmektedir.

Yalnız bu film çocukça bir ilk aşk filmi ,bana hitap etmez diye düşünmeyin .Çünkü filmde sadece ilk aşk yoktu,masumiyet vardı,temiz duygular vardı,bakmak ve görmek arasındaki koca bir fark vardı,ağaçlara olan aşk ,güneşin doğuşuna olan sevgi vardı.Julie'nin olgunluğu ,Bryce'ın geç fark etmesi ,gördüklerinin ötesini anlayamaması vardı,aynı olaya iki farklı bakış açısı vardı.Ve bence en önemlisi bu filmde ailelerin çocukların karakterini  nasıl etkiledikleri vardı.


Julie daha sevgi dolu,yapıcı ,özverili bir ailede yetişirken Bryce'ın en büyük şansı sadece büyük babasıydı sanırım.Mesela Bryce'a söylediği sözler bir harikaydı.

''Dürüstlük,gerektiği anda zor gelebilir ama ızdıraptan kurtarır.''

''Kimilerimiz soluk,kimilerimiz parlak,kimilerimiz ise ışıl ışıldır.Ama çok nadiren rengarenk birisiyle karşılaşırsın.Ve işte o zaman hiçbir şeyle kıyaslanamaz.''


Filmin en sevdiğim ,yüzümü güldüren repliklerinden biri de buydu.

Daha ne söyleyebilirim ki anlattım da anlattım.
Basit hayatların sıradan sıcak hikayelerini seviyorum ben.Siz de benim gibi düşünüyorsanız seversiniz  ve yüzünüze koca bir gülümseme yayılınca neden bitti ki dersiniz eminim.

Keyifli seyirler...